Dinmeyen Bir Acı: Yas

Dinmeyen Bir Acı: Yas


15.10.2014


“Gitti.. Hiç yaşamadı sanki, hiç yaşanmadı…

Yağmurun ardından bir gökkuşağı açtı ve sonrasında bütün güzelliğini alıp aniden gitti. Varken hissetmiyordum ama gidince bomboş kaldı her şey. Anladım ki ‘çok’muş…”

“Kaybetmiş” danışanım. Işığını, sebebini, yaşam amacını kaybetmiş sanki. Derin bir keder ve elemle oturuyor. Gömüldüğü koltuk değil de üzüntüsü sanki. Odayı gözaltlarından taşan bir karanlık dolduruyor girdiğinde ve biraz olsun ışık vermeye çalışıyorum Yas Terapisi ile…

Ne oluyor da ellerimizden kayıveriyor yaşam enerjimiz? Kayıp ve ardından gelen yas. Sırtınızı yasladığınız, güvendiğiniz bir insanın ölmesi, gitmesi, terk etmesi, güvenilmez olduğunu gösterip aldatması ya da yanınızdayken güveninizi çalması… Her biri size derin bir kayıp yarattığından derin bir Yas Sürecini de beraberinde getiriyor. Çünkü Yas bu kayıplara verilen doğal ve evrensel bir tepkiyi ifade ediyor.

Ne yaşadığımız ve nasıl yaşadığımız da içine gömüldüğümüz kederin boyutu ve süresini belirleyici oluyor. Uzun bir hastalık dönemi sonrası çocuğu ya da eşini kaybeden bir insanın yası ile ani bir ölümle çocuğu ya da eşini kaybeden kimsenin yası benzemediği gibi, harika bir evliliği olduğunu sanırken aldatılan eş ile sorunlu bir evlilik içinde aldatılan eşin yası da birbirinden farklı oluyor. Hele ki hikâyenin içinde kaza, doğal afet, saldırı ya da ani gelip öldüren amansız bir hastalıkla meydana gelen bir ölüm varsa travmatik bir yas yaşanmasına neden oluyor. Kişinin ailesi haksızlığa uğramış hissediyor, güven ve huzur kaybı yaşıyor, dünyanın artık tekinsiz bir yer olduğun düşünüyor. Travmatik yaşanan yas daha uzun süreli ve daha yoğun oluyor.

Aradaki farkı görmek için yas süreçlerini de bilmek önemli. Olağan yasın basamakları beş şamadan ibaret ancak travmatik yas söz konusu olduğunda bu basamaklar çok daha uzun bir zamana yayılarak işliyor. Yasın reddedildiği “şok ve inkar”, kişinin herkese hatta ölene bile kızabildiği “kızgınlık ve öfke”, kabullenmenin yavaşça başladığı ancak şartlara koşulduğu “pazarlık”, kaybın iyice hissedildiği ve kişinin derin bir eksiklik hissettiği“depresyon”, kaybı kabullenip aynı olmasa da eski yaşamına dönmeye hazır olduğu “kabullenme” aşamaları yasın doğal süreçleri. Patolojik yas söz konusu olduğunda “suçluluk”, “adalet arama” gibi süreçler de devreye girebiliyor.

“Ayakkabısını giymesini söyledim terlikle inmek yerine. Söylene söylene aradı buldu. Terlikle inse bir iki dakika erken çıkmış ve karşıya daha erken geçmiş, o sürücü ile karşılaşmamış olacaktı. Ayakları çıplak inseydi de sağ olsaydı…

O kör olası sürücünün de yapması gereken soluna da bakmaktı. Bakmadı ve bunun bedelini metrelerce havaya uçtuktan sonra yerlerde sürünen çocuğum ödedi. Her kimle telefonda konuşuyorsa umarım söyledikleri önemlidir çünkü yavrumun canına mal oldu. Şimdi kim verecek bunun hesabını?

Diyen danışanım çok uzun süredir yaşadığı yasın içinden çıkamamıştı. Tüm beklenmedik ölümlerde olduğu gibi sürekli olayları tekrar edip sorular ve ihtimaller içinde bir kısır döngü yaşıyordu. Hem kendini suçluyor, kızgınlık ve öfkesini aşamıyor, kaybettiği adalet duygusunu geçmişte yaşayıp değiştirmeye çalışarak kazanmaya çalışıyordu. Saplanıp kalmaya direniyordu.

Terapi süreçleri içinde yas yaşayan tüm danışanlarımızla aynı adımlarla ilerlemeye çalışıyoruz. Travmatik olsun olmasın tüm kayıplar acı verici oluyor ve yas süreçlerinin doğalında, uygun bir şekilde işlemesini sağlamaya çalışıyoruz. Genellikle inkar ve şok evresini atlattıktan sonra, öfke ya da depresyon aşamasında ve çoğunlukla birilerinin zorlaması ile terapiye geliyorlar.

İlk olarak danışan ve ailesine yas süreçleri hakkında olabildiğince ayrıntılı bilgi vermekle işe başlıyoruz. Bu adım kişinin ne yaşadığının ve bunun doğal bir süreç olduğunun kendisi ve ailesi tarafından anlaşılmasını sağlıyor. Her türlü kayıp zaten yaşam içinde anormallik yaratan bir durumken yas süreçlerinin normalleştirilmesi ciddi önem arz ediyor.

Daha sonraki aşamalarda olayın sürekli zihinde çevrilerek bir çözüm arandığı ve bulunan her açıkta kendini suçlamanın ön plana çıktığı olumsuz düşüncelere yöneliyoruz. Bu düşünce şekli çift yönlü olarak kişiyi olumsuz etkiliyor çünkü. Hem olay olmadan önceki anda kalarak inkârın altını çiziyor hem de geçmişte kalıp ihtimalleri tararken pazarlık olanağı buluyor ve olayı üstlenirken belirsizlikten kurtulmuş oluyor.

Bir cevap bulmazsam delireceğim. Gökkuşağının bile bir açıklaması var. Bir açıklamam olmazsa bundan sonra nasıl yaşarım, kimi severim, kimin yanımda olacağına güvenirim, kaç günlük plan yaparım, hatta neden yaşarım ki bir gün daha Ümran Hanım?”

Görüldüğü gibi kayıpla kaybedilen güven duygusu geçmişteki ihtimallere yaslanılarak ya da kendini suçlayarak inşa edilebileceği ve tekrar güven duyulabileceği ve bu yolla bir belirginlik ortamına kavuşabileceği düşünülüyor çoğunlukla. Bu nedenle ihtimaller ve suçlamalar içinde boğulan danışanları mümkün olduğunca yumuşak bir geçişle konuşmaya ve bunlardan uzaklaşmaya ikna etmek diğer aşamalara geçmelerini sağlamak açısından önemli.

Yas konusunda önemli olan başka bir noktayı da gözden kaçırmamak gerekli. “Her yeni kayıp kişinin başına gelen diğer kayıpların yasını hatırlatır.” Yani yaşanan her kayıpla bir önceki kayıplar da canlanır. O nedenle kayıp veren kişinin geçmişteki kayıpları ile ilgili konuşulması, çözülmemişse o konuda da çalışılması önemlidir.

Olumsuz düşünceler, suçlamalar ya da pazarlıkları konuşmak neden önemli? Bir şekilde kendini olumsuz düşüncelerden sıyırabilen danışan için çözülmemiş duygular, bitmemiş işler, gidenin yarattığı hasar, gittikten sonra tesis edilecek yaşam ve yeni hayata uyum danışanın yavaşça ve kontrollü bir şekilde depresyon evresine girmesini sağladığı gibi kabullenmeye doğru da bir adım sayılır. Bu aşamadan sonra Yas Terapisi kaybın sıklıkla dile getirildiği Depresyon tedavisine çevrilebilir.

Büyük kayıplar büyük yük demektir. Kişi bu yükle nasıl baş edeceğini bilemezken devreye beynimizin yarattığı çözümler girer. Birini kaybedince hep onu konuşalım, hep hatırlayalım isteriz. Bir süre her şey onu hatırlatır. Söylenen söz, yenilen bir yemek, gidilen bir yer, alınan bir koku… Her şey kaybettiğimiz kişiyi aslında kaybetmemişiz gibi, yaşatmak ister gibi zihnimize hücum eder. Bu aslında olağanüstü zihin yapımızın kayıpla baş etmesinin muhteşem bir yoludur. Artık olmayacak kişiyi, yaşanmış anılar, sözler, yerler, kişiler, kokularla canlı tutmak. Böylelikle gidenin ardından onu unutup hemen kendi yaşamına devam etmenin verdiği derin suçluluktan da kurtulmuş oluruz.

Buradan bakıldığında kayıp yaşayan kimselerin devamlı konuşması ve kaybettiği hakkında sohbet etmek istemesi kadar doğal bir şey yoktur. Ancak özellikle ölümle gelen kayıplarda kişiler, kayıp sahibine destek olmak açısından konuşmaktan kaçınır sanki ortada büyük bir yas yokmuş gibi dikkat dağıtmaya çalışırlar.

“Sürekli güçlü olmam gerektiği söyleniyordu. Devamlı konu değiştiriliyordu. Ben yavrumdan konuşmak istedikçe lafım kesiliyor ve biraz başka şeylere yönelmem gerektiği telkin ediliyordu.

Bir anda ölsün unutulsun mu çocuğum? Ne istiyorlar Ümran Hanım? Bir hafta sonra hiç yaşamamış mı sayayım, üzmemek, üzülmemek için hiç izi yokmuşçasına susayım mı? Ölen çocuğumu tekrar ben de mi öldüreyim?”

Tam olarak bahsettiğim şeyi yapmışlardı bu acılı anneye. Aslında iyi niyetle yapılan bu telkinler zaten geçmişe saplanıp olayı hiç yaşanmamış saymakta direnen bu kimseler için daha itici bir etken. Yani genel olarak yapılanın aksine, kayıp sahibi aksini istemedikçe kaybı hakkında konuşup içini dökmesine izin verilmeli. Özellikle şokun ve inkârın en yoğun yaşandığı ilk anlarda (bu birkaç güne dek çıkabilir) kişinin duygularını yaşamasına, konuşup içini boşalmasına izin verilmesi gerekli. Acı yaşayan kişinin acısını hissetmesi, kabullenmesi açısından, acısını paylaşması ise yasının travmatize olmaması açısından çok önemli. Bir daha bu duyguları bu kadar yoğun ve özgürce yaşayacağı bir zaman dilimi daha olmayabilir. Bu da onun gidenin ardından biriktirdiği “bitmemiş işlerine” yenisini ekler. Bu yüzden yas yaşayan insanlara “Güçlü olmalısın” telkininde bulunmayın. Emzirecek bebeği de olsa, çocuğu da olsa, kardeşi de olsa, hasta yakını da olsa, kimi kimsesi olmasa da kişi en zayıf anında güçlü olamaz! Aksine dibine kadar süreci ve acısını yaşamasına izin vermemek o kişiye yapılacak en büyük kötülüktür.

Ayrıca kişi konuşulmasına izin verilmediğinde öleni bir de kendisini öldürdüğünü, gideni bir de kendisinin gönderdiğini düşünür. En büyük korkusu ölmek ve öldükten sonra unutulmak olan insan için her kayıp bu tarz tepkilere en sert karşılığın verildiği aşamaları tetikler. Özellikle kayıp ölümse, konuşmaktan kaçınmak ölüyü her seferinde tekrar öldürmektir. Konuşmaktan kaçınmayın. Kişinin acısına saygı göstermek onu acısını yok saymakla değil konuşmasına izin vermekle olur. Bunu yaparken acıyı gerçek boyutu ile almak, yardımcı olacağım diye küçümsememek, yeri geldiğinde konuşarak yeri geldiğinde sessizlikle destek olmak yapılacak en iyi şeydir. Bir süre telkin ve ya teselliden uzak durun çünkü hiçbir işe yaramayacaktır. Söyleyecek bir şeyiniz yoksa teselli cümlesi yerine susmak ve elini tutmak ya da sarılmak kayıp sahibi için daha teselli edici olacaktır.

Ölünün ya da gidenin arkasında ağlamak, sürekli hakkında konuşmak hatta bir süre sürekli ziyaret etmek istemek toplumumuzca desteklenen bir davranış olmayabilir. Her ne olursa olsun ilk aşamalarda yürekte biriken acıyı boşaltmak açısından faydalı olabilir. Ancak kişi uzun bir zaman diliminden sonra hala kabullenip normal yaşamına dönemiyorsa “gideni bırakmıyor” demektir ve yası travmatize olmuştur. O halde kişiye yardımcı olmak adına onu bir uzmana yönlendirebilirsiniz.

Bunu dışında ihmaller ve imkansızlıklar nedeniyle gerçekleşen kayıplar söz konusu ise; afetler, kazalar, toplu ölümler gibi,  geride kalan ağır bir suçluluk, derin bir adaletsizlik duygusu ve elinden alınan güven duygusu ile çok hızlı bir şekilde patolojik yasın pençesine düşer. Patolojik yas öfkeyi tetikler, öfke kabullenmeyi zorlaştırır. Dolayısıyla bu kişilere yardım edilmesi çok daha acil ve önemli hale gelir. Bu nedenle bu tarz durumlarda daha acil ve hızlı bir şekilde kayıp sahiplerine ulaşmakta fayda var.

Peki yas terapisi sonrası ne olur? Bunu çocuğunu kaybettikten sonra uzun süre kendine gelmemekte ve kabul etmemekte direnen danışanım anlatsın:

“Ne yaparsam yapayım onu getiremeyeceğim. Geçmişe dönüp olayları değiştirme şansım yok. Odasını aynı halde tutarak, her gün mezarına giderek, sürekli ağlayarak onunla ilgili tek bir mutlu anım yokmuş, bu dünyaya bana acı vermeye gelip de gitmiş gibi davrandığımı fark ettim artık.

Odasını balkonla birleştirip çiçek bahçesi yapacağım saksılarla. Çiçekleri çok severim. Ona ait bir şeyi sevdiğim bir şeyle değiş tokuş edeceğim. Biraz mezarından toprak alıp atsam saksılara kızmazsınız değil mi? Sonuçta odasını alıyorum yavrumun. Hem mezarı başında anlattım yavruma. Hem ağladım hem gülümsedim ama çiçeklerini sularken aldım iznini.

Her gün her gün gitmeyeceğim. Gitmesine izin vereceğim. Ara ara gidip onu unutmadığımı göstereceğim. İnsanlarla konuşurken ağlamadan güzel anılardan bahsetmeye çalışıyorum. Onu kederde değil gülümsemelerde göreyim istiyorum artık. Evdeki resimlerini azalttım. Bir tane gülümseyen resmini bırakacağım en büyüğünden. O kadarına da hakkım olsun.”

Elif Şafak’ın Ustam ve Ben adlı kitabında; her insanın hayat ağacında bir yaprağı olduğu ve gitmesi gerektiğinde bu yaprağın sararak düştüğünü anlatır. Eskiler bu nedenle yapraklara basmamaya özen gösterir üzerinden geçerlermiş. Tüm gidenlerimizi yemyeşil halleri ile hatırlamamız dileği ile…

(Deneyimlerini paylaşmama izin veren danışanlarıma teşkkür ederim.)